Sultanın Menşeine Dair; Türkiye’nin Biyolojik Çeşitliliği ve Önemi
Gıda ve tarım için önem taşıyan ve giderek azalan canlı kaynaklar, bu gün bir ülkenin sahip olabileceği önemli avantajlar arasında sayılmaktadır. Dünyanın tarım yapılabilecek nitelikteki alanları ve su kaynakları hızla kirlenmekte ve yok olmaktadır. Bilim adamları yakın gelecekte insanların ciddi bir gıda sorunu ile karşı karşıya kalacağı görüşündedir. Bu gelişmeler ışığında, ülkelerin sahip olduğu biyolojik çeşitlilik, özellikle genetik kaynaklar anlamında büyük bir güç durumuna gelmektedir. Ülkemiz insanların gıda güvenliği için yaşamsal kaynaklara sahip bir ülke olarak dünyanın şanslı ülkelerinden birisidir ve bu önemli zenginliği gelecek nesillerin refahı için akılcı bir şekilde koruma ve kullanma sorumluluğunu taşımaktadır. Çünkü, Avrupa-Sibirya, Akdeniz ve İran-Turan olarak isimlendirilen üç biyocoğrafik bölgeye ve bunların geçiş zonlarına sahip olması ve iki kıta arasındaki köprü konumu nedeniyle iklimsel ve coğrafik özelliklerin kısa aralıklarla değişmesi sonucu Türkiye biyolojik çeşitlilik açısından küçük bir kıta özelliği kazanmıştır. Türkiye, orman, dağ, step, sulak alan, kıyı ve deniz ekosistemlerine ve bu ekosistemlerin farklı formlarına ve farklı kombinasyonlarına sahiptir. Bu olağanüstü ekosistem ve habitat çeşitliliği beraberinde önemli bir tür çeşitliliğini getirmiştir. Ilıman kuşakta bulunan ülkelerin biyolojik çeşitliliği bakımından karşılaştırıldığında, hayvan (fauna) biyolojik çeşitliliğinin ülkemizde oldukça yüksek olduğu göze çarpmaktadır.
Tüm Avrupa kıtasında 12500 açık ve kapalı tohumlu bitki türü varken, sadece Anadolu’da bu sayıya yakın (yaklaşık 11000) tür olduğu bilinmektedir. Bunların yaklaşık üçte biri Türkiye’ye özgü (endemik) türlerdir. Türkiye’nin genetik çeşitliliği özellikle bitki genetik kaynakları ile önem kazanmaktadır. Çünkü Türkiye, Akdeniz ve Yakın Doğu gen merkezinin kesiştiği noktada yer almaktadır. Bu iki bölge tahılların ve bahçe bitkilerinin ortaya çıkışında çok önemli bir role sahiptirler. Ülkemizde 100’den fazla türün geniş değişim gösterdiği ve çok sayıda önemli kültür bitkisi ve tıbbi bitkiler gibi ekonomik açıdan önemli diğer bitki türlerinin menşe ya da çeşitlilik merkezi olan 5 mikrogen merkezi bulunmaktadır. Bu merkezler dünya da kültüre alınan çok sayıda bitki türünün tarımının gelecekteki sürdürülebilirliği için çok önemli genetik kaynaklar sunmaktadır. Hayvan genetik kaynakları açısından ise, konumu nedeniyle birçok yerli hayvan ırkının Anadolu’da yetiştirildiği ve buradan dünyanın öteki bölgelerine yayıldığı kabul edilir.
Eski Ticaret ve Sefer Yollarının Kesiştiği Yer İSTANBUL
İnsanlık tarihine baktığımız zaman toplumlar ve kültürler arası her türlü etkileşimin, -yeni bitki ve hayvan türlerinin, icatların, felsefe ve inançların- ticaret ve sefer yolları üzerinden aktarılması bilinen bir gerçektir. Örneğin; pusula, barut, kağıt, mürekkep gibi her biri milat oluşturacak materyaller İpek Yolu üzerinden Orta Doğuya, Haçlı Seferleri sonucunda da Avrupa’ya taşınmış, coğrafi keşiflerle keşfedilen birçok yeni kıta ve kara parçasına ait bitki ve hayvan türleri de eski dünya karalarına taşınmıştır. Bu etkileşimler ilk ve orta çağlarda genellikle doğudan batıya, yeni ve yakın çağlar boyunca da batıdan doğuya bir seyir izlemiştir. Ülkemizin yer aldığı Anadolu coğrafyası ve Anadolu’nun dışarı açılan en önemli kapısı özelliğini taşıyan İstanbul ise dünyanın en kadim coğrafyalarından birisidir. Tarih boyunca Ninova’dan başlayıp Sard (Manisa)’ta biten “kral yolu”, Çin’den başlayıp bütün bir Asya ve Orta Doğuyu kat edip İstanbul’da biten “İpek Yolu”, Uzak Doğu ve Hindistan’dan başlayıp Mısır ve Doğu Akdeniz limanlarından geçerek İstanbul’da biten “baharat yolu” gibi eski dünya karalarına can damarı ve hayat kaynağı olan ticaret yolları Anadolu ve İstanbul’da bitmiş ve bütün bu coğrafyaların birikim ve müktesebatını batıya taşımıştır. Askeri seferler açısından da büyük çalkantı ve kaynaşmalara neden olan dünya tarihinde derin izler bırakan birçok olayında merkezinde yine Anadolu ve İstanbul yer almıştır. Arap-İslam yayılma seferleri, haçlı seferleri, büyük Türk göçleri, Moğol istilası, Osmanlı fetih dönemi bunlara örnek olarak verilebilir. Her biri büyük etkileşim ve değişimlere neden olmuş doğunun birikimlerini batıya taşımıştır. Tavuk Irklarının Yerüzüne dağılımı, Antik dönem ve günümüz kaynaklarını analiz ederek ve polidaktili (beş parmaklı) mutasyonun Avrupa, Asya ve belki de dünyanın diğer bölgelerinde birden fazla defa ve birbirinden bağımsız olarak meydana geldiği sonucuna ulaşılmıştır. Eğer Beş parmaklı tavukların anavatanı çok çeşitli yerler idiyse –en azından ikisi Avrupa ve Asya’da dünyanın diğer bölgelerine nasıl dağıldıkları sorusunun cevaplanması gerekecektir. Tavuk türlerinin yeryüzüne yayılma yollarını kullanarak bunu yaptıkları öngörülmektedir. Tavukların yeryüzünde yayılımı, birbirine zıt yönlerde ve her zaman kesin hatlarla takip edilemeyen yollar üzerinden binlerce yıllık bir süreçte gerçekleşti. Bu süreç ticari aktiviteler, askeri seferler, insan göçleri, antik imparatorlukların doğuşu ve yıkılışı, yeni kıta ve bölgelerin keşfi, tavuk besleyenlerin birbirleri ile yaptıkları takaslar gibi olaylarla gerçekleşti.
Sultanın Kökenine Dair İddialar ve Yorumlar
Sultan tavuklarının coğrafi olarak kökeninin Türkiye olduğu hususu hemen hemen bütün kaynaklarda belirtilmektedir. Bundan farklı olarak dile getirilen iddialar çok sınırlı, belge ve ispattan yoksun sadece birer iddia ve yorumun ötesine geçemediklerini görmekteyiz. Biz bu yazımızda bu iddia ve yorumlara da yer vererek bunların kısa bir analizini yapmaya çalıştık. Bu çalışmada yaptığımız araştırmalar sonucunda Sultan’ın kökeninin Türkiye olduğu bilgisinden farklı olarak 3 iddia ve yoruma rastladık.
Bunlardan biri Alman zoolog Bruno Dürigen’e aittir. Sultan tavuğunun Rusya kökenli olduğuna yönelik bir görüş Alman zoolog Bruno Dürigen (1853–1930) tarafından ileri sürülmüştür: Dürigen, Rusyada yaşayan Pavlov’un Sultan tavuğunun en olası atası olduğunu iddia etse de, gerçekte bu fikir için arkeolojik, tarihi veya genetik hiçbir delil yoktur. Dolayısıyla, ‘Sultan tavuğunun Pavlov’dan geldiği ya da tam tersinin mi olduğu?- sorusu halen cevaplanmamıştır. Pavlov 20. Yüzyılın başında yok oldu. Günümüzde Sibirya ve Avusturya’dan alınan çeşitli türlerden tekrar üretilmeye çalışılmaktadır. Yetiştiriciler Pavlov’un yeniden üretirken döllerinde %20-30 arasında beş parmaklı tavukların izlerini buldular. Sultan tavuğunun kökeninin açıkça Türkiye olduğunu belirtmeyen bir başka kaynak EE Avrupa Standart Katoloğudur. EE standart kitabında “sultan” bölümünde menşei ile ilgili olarak “muhtemelen Doğu Avrupa” olarak belirtilmiştir. Burada dikkat çeken iki husus vardır. Birincisi burada bile net ve kesin bir ifade kullanılamamış muhtemelen kelimesiyle ifade edilmiştir. İkinci husus ülkemiz Türkiye’de Doğu Avrupa coğrafi bölgesinde yer almaktadir. APA Amerika Kanatlı Birliği Standardında sultanın menşei Istanbul Turkey olarak belirtilmiş, tüm dünyada popüler bir bilgi kaynağı haline gelmiş Vikipedia’nın sultan tavuğu maddesinde de sultanın menşei türkiye olarak gösterilmiştir. Bunlardan başka bizim çalışmamızda araştırp eriştiğimiz tüm kaynaklar sultan tavuklarının menşeini Türkiye olarak göstermektedirler. Ayrıca; “Çin ve Avrupa Tavuklarında Polidaktili Özelliklerin Paralel Gelişimi” isimli bilimsel makalede genetic ve anatomik parametrelere göre yapılan araştırmalar sonucunda “White Sultan’ın kökeninin ise Türkiye (Asya) olduğunu tespit ettik.” sonucuna varıldığı kesin bir şekilde ifade edilmiştir.
Sultan tavuklarının menşeinin Türkiye olması ile ilgili bizde soru işareti oluşturan bir başka yorum ise Avrupalı bir dostumuzla yaptığımız sohpette, birisi Almanya ve diğeri Hollanda’daki müzelerde sergilenen 16. ve 17. Yüzyıllara tarihlenen iki farklı sultan tavuğu gravür resminin varlığı meselesidir. Bizde yaygın olarak bilinen Sultan tavukları ile ilgili en meşhur hikaye -ki buna yazımızın ilerleyen satırlarında değineceğiz- Mrs. Elizabeth Watts hadisesidir. Bu hadise 1854 yılında geçmektedir yani 19. Yüzyıla tarihlenir. Meseleye buradan bakacak olursak bizde ilk olarak 19. Yüzyılda belgelenen sultan tavuklarının varlığı Avrupa’daki iki farklı müzede sergilenen sultan tavuğu gravür resimlerinden yola çıkarsak 16.ve 17. Yüzyıllara tarihlenmektedir. Burada doğal olarak akla şu soru gelmektedir. Acaba sultan tavuklarının varlığı Türkiye’den çok eski olarak Avrupa’ya mı dayanmaktadır? Avrupa’dan mı Türkiye’ye gelmiştir? Öncelikle şunu belirtmek isteriz ki bir şeyin resminin çizilip bir yerde sergilenmesi tek başına o şeyin kökeninin oraya dayandığını göstermez ispat niteliği taşımaz. Osmanlılarda resim serbest değildi ve inanç yönünden sakıncalı görülür halk ve sanatkarlar bu sanata karşı mesafeli dururlardı. Buna karşılık Avrupalı oryantalistler ve seyyahlar gizemli ve mistik Osmanlı kültürel coğrafyasını kendi toplumlarında tanıtabilmek ve anlatabilmek için resim sanatını çok özgün ve başarılı bir şekilde kullanmışlardır. Yazılı ve görsel yayının olmadığı bir dönemde farklı özellikler taşıyan coğrafya ve kültürleri insanlara ulaştırmanın en pratik yolu resmetmekti. Bu bilinen bir gerçektir ve Osmanlı coğrafyasını gezen birçok Avrupalı seyyahlar gördükleri ve kendi toplumları açısından orjinal buldukları herşeyi resmetmeye çalışmışlar ve ardlarında binlerce eser bırakmışlardır. Bugün bu gravür resimleri eski eserlerin saklandığı kütüphaneler ve müzelerde sergilenmektedirler. Maalesef ki ülkemizde ulusal hazinemiz olarak gördüğümüz bir hayvan hakkında yapılan araştırmalar yok denecek kadar azdır. Şu ana kadar ülkemizde Sultan tavuklarının varlığı daha eski tarihlere kadar götürülememiş ve belgelenmemiş olması bu konudaki araştırmaların azlığı ve yetersizliğinden kaynaklanmaktadır diye düşünüyoruz. Gazeteci Soner Yalçın 18 Ağustos 2017 tarihindeki yayınlanan bir yazısında Fatih Sultan Mehmet’in etinin protein değeri ve lezzeti yüksek olan Sultan Tavuğu etini yemeyi çok sevdiğinden bahsetmektedir. Bu bilginin birincil kaynağına bu kısa çalışmamız sürecinde ulaşamadık. Eğer verilen bu bilgi doğruysa 1432-1481 yılları arasında yaşamış olan Fatih Sultan Mehmet döneminde sultan tavuklarının var olduğunu düşünürsek sultan tavuklarının ülkemizdeki varlığı 15. Yüzyıla kadar tarihlenebilmektedir. İsviçreliler schleirhuhn tavuklarına çok benzediği için, Almanlar Hamburg ırkının eski ilk dönemlerine dayandığını iddia ettikleri için, İtalyanlar Padua tavuğu ile benzerliğinden dolayı, Ruslar Pavlov tavuklarından gelmiş olduğunu savundukları için, Hollandalılar 17. Yüzyıla tarihlenen sultan gravürlerinin müzelerinde bulunmasından dolayı hepsi Sultan Tavuklarının menşeini kendi ülkelerine dayandırmaya çalışabilirler. Bu konu bir noktada anlayışla karşılanabilir. Burada göz önünde bulundurulması gereken en önemli nokta yukarıda da değindiğimiz üzere polidaktili tavukların birbirinden bağımsız olarak farklı zamanlarda birden çok yörede görüldüğü gerçeği. Eski zamanlara ait Sultan tavuğu resimlerine baktığımızda bugünkü sultan formundan farklı olduğunu görüyoruz. Bu çizim hatası değil gerçektende o dönemde sultan tavuğu hala gelişme göstermekteydi ve bugün kü görsel formuna ulaşmamıştı. Burada en kritik nokta İstanbul’dur. Osmanlı döneminde İstanbulda büyük bir uluslararası pazar vardı. Bu pazarda bitki, hayvan, cevher her türlü meta pazara sunulmaktaydı. İstanbul Karadeniz üzerinden deşt-i kıpçak diye tabir edilen Rusya bozkırlarına, İpek Yolu ile Anadolu üzerinden İran ve Turan’a, Akdeniz ve Ege üzerinden Levant bölgesi olarak tabir edilen Orta Doğunun Akdeniz limanları Suriye, Lübnan, İsrail bölgesi, Mısır ve Kuzey Afrika, Venedik, Ceneviz(Cenova), Napoli gibi İtalyan topraklarına, Trakya üzerinden Balkan ve Doğu Avrupa’ya bağlanan bir kesişme noktasıydı. Bu özelliğinden dolayı biraz önce bahsedilen farklı coğrafyalara ait polidakdili tavuk türleri İstanbul’da bir şekilde toplanmış ve melezleme ve çaprazlamalarla Sultanın bugünkü Osmanlı Sultan Tavuğu olarak bildiğimiz görsel formuna kavuşmuş olabileceği hususu akla pek uzak görünmemektedir. Bu yorumumuzun, Sultan Tavukları konusunda en kapsamlı araştırmaları ortaya koymuş olan Hollandalı dostumuz Sigrid Van Dort’la yaptığımız bir sohbette onunda görüş ve yorumlarıyla paralellik gösterdiğini gördük. Sultanların ilk formlarının beyaz (White) olduğu kesindir. Blue ve Black varyetelerinin padolarla yapılan çaprazlamalar sonucu elde edildiği düşünülmektedir.
Etimolojik Değerlendirme
Birşeyin menşei ve kökeni ortaya konmaya çalışılırken başvurulan ilk referans o kelimenin etimolojik özellikleridir. Etimoloji; köken bilimi, bir dildeki sözcüklerin kökenlerini ve bunun bir gereği olarak o dilin diğer dillerle ve o dili konuşan toplulukların geçmişten bugüne diğer topluluklarla olan kültürel ilişkilerini araştırır. (vikipedi) yazımıza konu ettiğimiz tavuklar iki kelimeyle isimlendirilmişlerdir. Bu iki ismide batılı dostlarımız vermis, literatüre bu şekilde kaydetmişlerdir. Sultan ve Serai. İster sultan densin ister serai bu iki kelimeninde etimolojik olarak Türkçe’ye dayandığı kesindir. Serai Taook ; saraylı tavuk veya saray tavuğu kelimelerinden batı dillerine geçişte söylene geldiği düşünülen bir telaffuzdur. Sultan; Osmanlı toplumunda hükümdar ve yönetici elit sınıfın kullandığı bir ünvandır. Bu iki kelimede biraz öncede değindiğimiz gibi batılı dostlarımız tarafından bu hayvanlara verilmiştir. O dönemde Türkler bu hayvanlara ne isim vermişlerdi, özel bir isimleri var mıydı? bilmiyoruz belki sadece tavuk diyorlardı. Avrupa’da yaygın olarak hayvan isimleri köken olarak neşet ettikleri yöre isimleriyle adlandırılmaktadırlar. Örneğin; Hamburg tavuğu, Susex tavuğu, New Hampsire tavuğu, Spanish tavuğu, endülüsiyan tavuğu, road island red tavuğu, Holland tavuğu gibi. Eğer sultan tavukları Avrupa menşeili bir ırk olsaydı yöresel bir isimle adlandırılır sultan ve serai ismi verilmezdi diye düşünmekteyiz.
Osmanlıdan Günümüze Sultan Tavukları
Salih Zeki’nin 1931 yılında kaleme aldığı “Asri Tavukçuluk” isimli kitabının giriş bölümünde eski Türk toplumunda süs tavuklarına olan ilgi şu şekilde tasvir edilmiştir; “hususiyele ötücü ve güzel sesli, süslü ve güzel tüylü, yakışıklı ve mert tavırlı kuşlara ve tavuklarla horozlara karşı Türklerde öteden beri daha ziyade bir muhabbet ve merak vardır. İstanbul’un lale ve çiçek devrini etrafiyle tasvir eden tarihlerimiz kuş ve tavuk zevk ve merakının halk arasında ve hususiyle saraylarda ve konaklarda hüküm sürdüğü zamanlardan bahsetmiyorlarsa da birkaç asırdan beri İstanbul’un muhtelif halk sınıfları arasında epice kuş ve tavuk beslemek merakı bulunduğu muhakkaktır. Vaktiyle İstanbul’da pek meşhur olan ve fakat bugün misli bulunmayan süslü Sultan ve Timurlenk tavukları Padu ırkının yakışıklı bir nevi olarak İstanbul’da yetiştirilmişti. Mateessüf bugün nesilleri kesilen hakiki Gerze ve Mısri tavuklarıyla tepeli Fizan, paçalı Nemse ırklarının pekçok meraklıları vardı. Yakışıklı ve nefis etli Hacıkadın tavuklarını, uzun ve kalın öten Denizli, ince ve uzun sesli Berat horozlarını zevk için besleyenler çoktu. Saraylar ve bazı zenginler Avrupa’dan muhtelif nevilerden süslü tavuklar getirerek beslerlerdi.” Sultan tavukları; Osmanlı Padişahlarının saraylarında yetiştirlen özel bir türdü. Devlette yüksek yararlılık göstermiş ve Padişahın hususi iltifatına mazhar olmuş devlet ricalinden ve eşraftan kimselere bir berat nişanesi olarak hediye edildiği söylenmektedir. Sultan tavuklarının halk tarafından beslenmediği saray ve köşklere mahsus bir hayvan olduğu anlatılmaktadır. Eğer bir kimsenin bahçesinde sultan tavuğu varsa halk bilirdi ki bu kişi padişah nezdinde muteber bir kişidir. Sultan tavukları Osmanlı’nın son dönemlerine kadar saray, köşk ve kasırların bahçelerinde boy göstermişlerdir. Dolmabahçe sarayının “kuşluk” diye tabir edilen ve padişahın çeşitli türlerde kuş ve hayvanlarının beslendiği özel bölümde sultan tavukları da özenle bakılırdı. Kurtuluş savaşı yıllarında saltanattan cumhuriyete geçiş dönemi olan devrim zamanlarında saltanatın ilgasıyla sarayların önemini yitirmesiyle sultan tavuklarının varlığı da göz ardı edilmiş ve gereken önem ve hassasiyet gösterilememiş ve bu güzel hayvanların nesli süreç içerisinde ülkemizde kaybolmaya yüz tutmuştur.2000’li yıllarda bazı hobiciler Avrupa’daki süs tavukları kataloglarını incelerken sultan tavuklarının Avrupa ve Amerika’daki varlığını keşfetmişler ve büyük emek ve fedakarlıklarla sultan tavukları anavatanına yeniden kazandırılmıştır. Şimdilerde sultan tavukları hobicilerin kümeslerinde çoğalarak yaygınlaşmaya başlamışlardır. Bazı sosyal medya platformlarında yapılan anketlerde “en çok beğendiğiniz ve beslediğiniz tavuk ırkı hangisidir?” sorusuna en büyük oranda sultan cevabı verildiği gözlemlenmektedir. Buradan sultan tavuklarının hobiciler tarafından en çok beğenilen ve beslenen ırkların başında geldiğini görmekteyiz. Gün geçtikçe de popülerliği artmaktadır.
Sultan Tavuklarını Tarih Sahnesine Çıkaran Kişi; Mrs. Elizabeth Watts Sultan tavuklarını tarih sahnesine çıkaran ve literature tescil eden kişi Mrs. Elizabeth Watts’dır. Bu araştırmamızda Mrs. Elizabeth Watts hakkında iki farklı hikaye ile karşılaştık. Birinci hikayeye göre -ki bu hikaye internet ortamında yaygın olarak bazı form sitelerinde kullanılmakta- Mrs Elizabeth Watts Sultan Abdülmecid dönemi İngiliz sefirinin (büyükelçi) eşi ve Sultan Abdülmecid’i Dolmabahçe Sarayında ziyaret ediyor. Bu ziyaretinde sarayda sultan tavuklarını görüyor padişahta ona bir koloni tavuk hediye ediyor ve bu şekilde Elizabeth Watts sultan tavuklarını İngiltere’ye götürüyor. Diğer ikinci hikayede ise; Mrs Elizabeth Watts İngiltere Londra Hampstead’ta yaşayan the Poultry Chronicle (tavukçuluk günlüğü) isimli gazetenin editörü, araştırmacı ve yazar. Sultan Tavuklarını İstanbul’da yaşayan bir arkadaşı sayesinde ithal edip İngiltere’ye getirtiyor. Tabi iki farklı hikâye ile karşılaşınca hikâyelerin doğruluklarını kritik etmeye başladık. Birinci hikâyede bahsedildiği gibi Mrs Elizabeth Watts dönemin İngiliz sefirinin eşi mi? Ve Sultan Abdülmecid ile görüşmüş müydü? Dönemin İngiliz sefirlerini araştırdık. Elizabeth Watts’ın Sultan tavuklarını 1854’te İngiltere’de tanıttığını biliyoruz.1841-1858 yılları arasında İstanbulda İngiliz Sefirliği yapan kişi Lord Stratford de Redcliffe. Biyografisine baktığımızda Elizabeth Watts ile kesişen bir bilgiye rastlayamadık. Yani dönemin İngiliz sefirinin eşi Elizabeth Watts olmadığı gibi hiçbir aile bağıda tespit edemedik. Bu birinci hikaye yalnızca Türkçe forum sitelerinde geçen bir bilgiydi yabancı hiçbir kaynakta bu hikayeye rastlayamadık. SULTAN kitabının yazarı Hollandalı dostum Sigrid Van Dort ile yaptığım bir sohpette bana Abdülmecid-Elizabeth Watts hikâyesinin doğru olamayabileceğini söylemişti ve yaptığım araştırmalarda haklı olduğunu anlamış oldum kendisine buradan çok teşekkür ediyorum. Yani Elizabeth Watts’ın İngiliz sefirinin eşi olduğu ve Sultan Abdülmecid ile görüştüğü hikâyesi bir efsaneden ibaret. Gelelim gerçek hikâyeye; Mrs Elizabeth Watts İngiltere Londra Hampstead’ta yaşayan the Poultry Chronicle (tavukçuluk günlüğü) isimli gazetenin editörü, araştırmacı ve yazar. Sultan Tavuklarını İstanbul’da yaşayan bir arkadaşı sayesinde ithal edip 1854 yılında İngiltere’ye getirtiyor. Ulaştığımız kaynakta ilk edindiği sultan tavuklarının 5 bireyden oluşan bir koloni olduğunu öğreniyoruz ve tavuklar İngiltere’ye ilk getirildiklerinde paça ve kılıçları çamur ve toprak içerisinde perişan haldeymişler ama ilk tüy dökme mevsiminden sonra çok güzel bir tüy desen verdikleri ve eski perişaniyetlerinden kurtularak gösterişli süslerine büründükleri anlatılmakta. Sultan tavuklarının 1863 yılında Kuzey Amerika’ya götürüldüklerini ve 1874’te de Amerikan Kanatlı Birliği APA Standardına girdiğini biliyoruz. Elizabeth Watts Sultan Tavuklarını tanıtan ve literatürde tescil ettiren bir kişi olması yönüyle Sultan Tavuklarının tarihinde en kritik role sahip profil olarak karşımıza çıkmaktadır. Erkek egemen bir dönemde bir bayan olarak egzotik bir hayvanı doğudan getirtip bunu yepyeni bir hikaye ile inşa ederek pazarlamayı başarmıştır. Aynen bugün bazı hobici dostlarımızın ülkemizde bulunmayan bazı ırkları yurt dışından getirterek pazara sunması gibi. Bu durum geçmişte de bugünden farklı değildi. Bu kısa çalışmamızda kendisine ait bir portre resmine ulaşmayı çok arzu ettik ama buna muvaffak olamadık. Sigrid Van Dort’un Sultan isimli kitabında mezar taşına ait bir fotoğrafın olduğunu biliyoruz. Ama bu konudaki araştırmalarımız devam edecek.
Günümüzde Sultan Tavukları
Sultan tavukları ülkemize yeniden 2000’li yıllarda kazandırılmışlardır. Şimdilerde sultan tavukları hobicilerin kümeslerinde çoğalarak yaygınlaşmaya başlamışlardır. Lakin Sultan Tavuklarının bugün ülkemizde çok ciddi sorunları vardır. Milli hazinemiz olarak gördüğümüz ve bizim dediğimiz bu güzel hayvanların hak ettikleri yere taşınabilmeleri için ivedi olarak bazı çalışmalar ortaya konmalıdır. Biz bu çalışmamızda ülkemizde Sultan Tavuklarıyla ilgili yapılması elzem olan çalışmaları dört başlık altında topladık. Bunlar; KORUMA, GELİŞTİRME, ARAŞTIRMA ve TANITMA. Şimdi sırasıyla bu başlıklar altında bazı tespit ve durum değerlendirmeleri yapmaya çalışacağız.
Koruma; Ülkemizde Sultan tavuklarıyla ilgili popülasyonun ne sayıda olduğu ile ilgili bir çalışma bulunmamaktadır. Devlet Üretme Çiftliklerinde Denizli Horoz ve Tavukları ile Gerze Hacı kadın tavuklarının koruma kolonileri mevcuttur. Sultan Tavukları ile ilgili bir koruma kolonisi bulunmamaktadır. Sultan tavuklarının popülasyonunun ne derece risk altında olduğuna dair elimizde bir veri bulunmamaktadır. Bu konuda ilgili devlet kurumları ve TSHF’ye bağlı dernekler işbirliği ile bir sayım çalışması yapmalı bir envanter oluşturularak ülkemizdeki Sultan popülasyonu belirlenmeye çalışılmalıdır. Çıkacak sonuçlara göre tedbir ve stratejiler geliştirilmelidir. Sultan Tavuklarının koruma, geliştirme ve araştırma amaçlı beslendikleri koloni sayılarını çoğaltmalıdır. Üniversitelerimizin ilgili fakültelerinin uygulama çiftliklerinde, bazı belediyelerimizin veteriner işleri müdürlüğü bünyesinde koruma kümesleri oluşturulabilir.
Geliştirme; Ülkemizdeki sultan tavuklarının büyük çoğunluğu yurt dışından getirilmişlerdir. Yurt dışından getirilen sultanların yine büyük çoğunluğu Avrupadaki birkaç üreticinin kümesinden çıkmadır. Çoğunlukla kan bağı ve kardeşlik bağının söz konusu olabilme ihtimali çok yüksektir. Bu orta ve uzun vadede bazı sorunlara neden olabilir. Sultanın ülkemizdeki kan ve hatlarını çoğaltmalı ve çeşitlendirmeliyiz. Büyük çoğunluğu Avrupa menşeili olan sultan popülayonumuza Amerika ve Avustralya kan ve hatlarından koloniler kazandırmalıyız.
Araştırma; Milli Hazinemiz olarak gördüğümüz ve bizim dediğimiz bu güzel hayvanlar hakkında ne yazık ki doğru düzgün hiçbir şey bilmiyoruz. Maalesef ki bu mütevazi yazı denememiz bugüne kadar sultanlarla ilgili belkide en kapsamlı yazı olma özelliği taşıyacaktır. Sultanların genetic ve anatomic özelliklerinden, davranışsal tutumlarına ve tarihine dair çok kapsamlı araştırmalar yapmalıyız. Üniversitelerimizin ilgili bölümlerinde bu hayvanları konu edinen master ve doktora çalışmaları yapılmalıdır. Tarih fakültelerimiz tarihine dair araştırmalar ortaya koymalıdır. Sultanla ilgili ülkemizde en çok tartışılan konulardan biri standardı meselesidir. Ülkemize dair bir standart belirlenmeli midir? Belirlencekse nasıl olmalıdır? Bu soruların cevapları aranmalı ve bulunmalıdır.
Tanıtma; Toplumumuzda Sultan Tavukları pek tanınmamaktadır. Oysa ki sultan tavukları ulusal hazinelerimizden birisidir. Sultan tavuklarını tanıtmak ve hak ettiği yere taşımak için gerekli Dolma Bahçe Sarayı Kuşluk Bölümü çalışmaların yapılması milli bir sorumluluktur. Ulusal kanalımız TRT ulusal hazinelerimiz olan bazı hayvanlara dair belgesel programları çekip yayınlamıştır. Denizli Horozu, Kangal Köpeği, Kınalı Keklik bu belgesel programlardan bazılarıdır. Bize göre Sultan Tavukları da böyle bir belgesel tanıtım programını fazlasıyla hak etmektedir. Ayrıca sosyal bilgiler dersine ait müfredat konularına ulusal hazinemiz olarak eklenmelidir. Üniversitelerimizin ilgili fakültelerinin uygulama çiftliklerinde, bazı belediyelerimizin veteriner işleri müdürlüğü bünyesinde koruma, geliştirme, araştırma ve tanıtmak için projeler geliştirilmelidir.
Kulüp mü? Dernek mi?
Herşeyden önemlisi bütün bu yukarıda bahsi geçen fikir ve çalışmaları yürütecek müstakil bir teşkilatın yapılandırılması önemli bir ihtiyaçtır. Bu husus hobi camiasında son dönemlerde gündem yapılmaya ve tartışılmaya başlamıştır. Kişisel çıkar ve menfaatlerden uzak, herkese hitap eden ve usta-çırak, eski-yeni demeden herkesi kapsayan, “sultan tavuklarının” meseleleriyle birinci dereceden ilgilenecek ve bundan sorumlu bir teşkilat ivedi olarak oluşturulmalıdır. Bu konu İstanbul Süs Tavukları ve Bahçe Hayvanları Yetiştiricileri Derneğinin ………….. tarihli Yönetim Kurulunda görüşülmüş ve dernek faaliyetleri kapsamında bir “sultan kulüp” kurulması kararı karar defterine işlenmiştir. Bu gelişmeden sonra konu hakkında inceleme ve araştırmalarda bulunulmuş, mevzuatlar gözden geçirilmiştir. 5253 sayılı Dernekler Kanunu ve yine aynı kanunun 08/07/2005 tarihli ve 25869 sayılı Gençlik ve Spor Kulüpleri Yönetmeliğinde tarif edilen usul ve esaslara göre;
1) Mevcut bir derneğin alt birimi olarak bir kulüpün kurulmasının mümkün olmadığı
2) Ülkemiz mevzuatlarına göre iki tür kulüp kurmak mümkündür.
a) Gençlik kulübü
b) Spor kulübü
ve bunlarda tarif edilen konseptin sultan kulüp olarak oluşturulması planlanan konseptle uyuşmaması
3) Sultan tavukları ile ilgili oluşturulması planlanan teşkilat için en uygun konseptin dernek olabileceği sonuçlarına ulaşılmıştır.
Avrupa’da bu alanda kurulmuş kulüpler mevcuttur. Örneğin Brahma Kulüp. Ama ülkemiz mevzuatlarıyla Avrupa mevzuatları arasında farklılıklar söz konusudur. Kulüp ismi kulağa daha hoş ve havalı gelmektedir lakin yukarıda da bahsettiğimiz gibi Kulüpler Yönetmeliğinde anlatılan usul ve esaslar süs tavukları hobisi ile ilgili oluşturulması planlanan konseptle örtüşmemektedir. Bizim ulaştığımız sonuca göre bu konu ile ilgili müstakil bir dernek kurulması en uygun olacak formüldür. –Not: Günümüzde kurulan kulüplerde resmiyette Dernekler mevzuatına göre kurulmuş resmi ünvanları dernek olarak geçen yapılardır- Bizim isim teklifimiz “Sultan Tavukları Koruma, Geliştirme, Araştırma ve Tanıtma Derneği”dir. Bu konuda önümüzdeki günlerde bazı somut adımlar atılması planlanmaktadır. 2018 Ocak ayının sonu veya Şubat ayının başında belirlenecek bir tarihte, Türkiye Süs Tavukları ve Bahçe Hayvanları Federasyonunun himayelerinde, İstanbul Süs Tavukları ve Bahçe Hayvanları Yetiştiricileri Derneğinin öncülüğünde ve Folluk Dergisi sponsorluğunda İstanbul’da bir “Sultan Çalıştayı” yapılması planlanmaktadır. Söz konusu çalıştaya usta-çırak, eski-yeni ayrımı gözetilmeden sultan tavuklarına gönül vermiş hobici ve üreticiler davet edilecektir. İstenildiği takdirde her dernek çalıştaya gözlemci gönderebilecektir. Çalıştayda bir moderatör heyetin yönetiminde yukarıda değindiğimiz konu başlıklarında sunumlar yapılacak ve katılımcıların görüşleri doğrultusunda ortak bir yol haritası çizlerek alınan kararlar kamuoyuna bir “çalıştay bildirisi” olarak paylaşılacaktır. Bu çalıştayda kurulması planlanan teşkilatın tüzüğü, kurucu üyeleri ve genel kurul tarihi karara bağlanacak ve en kısa sürede resmi prosedürü başlatılacaktır. Camiamız adına hayırlara vesile olmasını temenni ediyoruz. Bu kısa çalışmamızda Sultan Tavuklarının geçmişten günümüze meselelerine değinmeye çalıştık. Konu bu mütevazi çalışmayla özetlenebilecek bir konu değildir. Kapsamlı ve derinlemesine araştırma ve çalışmaları gerektiren bir konudur. Üzülerek belirtmeliyim ki bugüne kadar ülkemizde “sultan tavukları” hakkında yazılmış en kapsamlı yazı bu mütevazi çalışma olmuştur. Bu çalışmanın bir başlangıç olması temennisiyle yazımızı burada bitiriyoruz.