Biz Türkler tarih boyunca çok büyük zaferler kazanarak tarih yapmayı başarabilmiş ama tarih yazmayı başaramamış bir milletiz. Büyük medeniyetler, kültürler kurmuş ama medeniyetinin şaheserlerine, değerlerine sahip çıkma, koruyabilme konusunda aynı başarıyı sürdürememiş bir milletiz. Bu yorum ve değerlendirme sadece benim şahsi kanaatim değil birçok aydın, mütefekkir ve düşünürümüzün dile getirdiği bir husustur. Maalesef ki millet olarak bu konulardaki sicilimiz çok parlak değildir. Şüphesiz bu görüşü destekleyen onlarca örnek sıralanabilir. Fakat bu kısa yazımızda konuyu uzatıp esas vurgulamak istediğimiz ana temadan uzaklaşmamak için bu kadarla yetinmek istiyoruz.
Bir milletin inşa ettiği medeniyet ve kültür sadece o milletin ortaya koyduğu tarihsel performansı, savaşları, zaferleri, sanatı ve edebiyatından ibaret değildir. Bunlara ilave olarak gelecek kuşaklara aktarmayı başarabildikleri yerli gen kaynaklarını da biyolojik miras olarak tanımlayabiliriz. Biyolojik miras; üzerinde yaşanılan coğrafyanın sunduğu endemik gen kaynaklarından oluşabileceği gibi, dışarıdan kazandırılmış gen kaynakları ile endemik (yerli) gen kaynaklarının melezleme ve seleksiyonuyla ortaya çıkarılmış yeni fenotiplerden de oluşabilir. Her ikisinde de atalarımızdan bizlere tevarüs eden büyük bir emek, denenmiş-sınanmış bir birikim ve bir müktesebat söz konusudur. Ülkemiz, orman, dağ, step, sulak alan, kıyı ve deniz ekosistemlerine ve bu ekosistemlerin farklı formlarına ve farklı kombinasyonlarına sahiptir. Ayrıca ülkemizin kıtalararası ve kültürler arası geçiş güzergahı olması nedeniyle çok zengin bir gen çeşitliliğinin transfer noktasında olduğu da bilinen bir gerçektir. Ülkemizin sahip olduğu bu olağanüstü nitelikler, beraberinde önemli bir tür çeşitliliğini getirmiştir.
Bu yazımızda sahip olduğumuz biyolojik çeşitliliğimize örnekler saymaya kalkarsak bu satırlar ve sayfalar yetmeyecektir. Ama birkaç müşahhas örnek üzerinden konuya dikkat çekmeye çalışacağım. Örneğin; Sultan tavuğunun hikayesi çok çarpıcıdır. Bu hikayenin içinde trajediyle birlikte umut vardır, hüzün vardır. Bize ait olan bu çok özgün ve güzel hayvanlar kaderin cilvesi olarak zaman içerisinde kendi ana vatanında nesilleri tükenmiş ve bazı hobicilerin sergiledikleri büyük fedakarlık ve emeklerle tekrardan Amerika ve Avrupa’dan getirtilerek ülkemize kazandırılmıştır. Şimdilerde ise sultan tavukları hobiciler arasında hızla yayılarak üretilmeye başlanmıştır. Ankara tavşanı ise sultan tavuğu kadar bile şanslı değildir. Ülkemizde varlığı tamamen kaybolmuştur. Son zamanlarda bazı hobici dostlar yurt dışından Ankara Tavşanının İngiliz fenotipini ülkemize kazandırmayı başarsalar da bu getirilen fenotiplerin orijinal ırk standartlarına ne derece sahip olduklarına belki de hiçbir zaman emin olamayacağız.
Üzücü olan kısmı ise; yerli gen kaynaklarımıza sahip çıkma sorumluluğu olan bazı kurumların ve yönetici bürokratların konuya olan duyarsızlıkları ve uzaklığı meselesidir. Burada kurum ismi vermeden başımızdan geçen bir hadiseyi nakletmek istiyorum.2. sayımızı yaparken Gerze Hacı Kadın tavuklarıyla ilgili bilgi ve belge edinebilmek amacıyla ziyaret ettiğimiz bir kurumun -ki bu kurum devletimizce resmi görev tanımı olarak yerli gen kaynaklarının muhafazası için yapılandırılmış bir kurum- başındaki yönetici ve yetkililerin sahip oldukları duyarlılık ve farkındalık seviyesinin meseleden ne kadar uzak olduğunu üzüntüyle gözlemledik. Ziyaretimiz esnasında dile getirdiğimiz sultan tavuğunu söz konusu yetkililerin ilk kez bizden duymuş olmalarına, bu konuda hiçbir bilgiye sahip olmadıklarına şahit olunca büyük hayal kırıklığı yaşamıştım. Sohbetimiz esnasında söz konusu kurum bünyesinde bir zamanlar Ankara Tavşanı koruma kolonisinin mevcut olduğu ama entansif (ticari verim) özelliğinin çok bulunmamasından dolayı koruma kolonisi projesine son verildiğinin söylenmesi üzerine şok yaşamıştım. Kendi kendime şöyle düşündüğümü hatırlıyorum “yani her şey entansif özelliğe mi bağlı olmalı? meselenin hiç mi biyolojik miras boyutu söz konusu değil?” Yetkililerin kendi ifadelerine göre, durum bu şekilde gerçekleştiyse Ankara Tavşan’ının kendi vatanında yok olmasına zemin hazırlayan ağır bir ihmal ve sorumsuzluk söz konusudur. Bu konuda ağır bir hayal kırıklığı ve kızgınlık yaşadığımı ifade edebilirim.
İnsanlık medeniyet tarihi şunu çokça göstermektedir ki dünyadaki birçok buluş, icat ve keşif, resmi otoritelerce değil, alaylı, hobici, merakçı, maceraperestlerce ortaya konmuştur. Bunun için resmi unvan sahibi veya mektepli olmak çoğu zaman pek bir şey ifade etmez. Burada önemli olan sevgi ve ilgi duyma meselesidir. Günümüzde bile yerli ırklarımızın tescil edilme çalışmaları konuya ilgi duyan hobici üreticilerin, dernek ve kulüplerin öncülük etmesiyle söz konusu olmaktadır. Bu nedenle yetkili mercilerin hobicilerin bir araya gelerek kurdukları sivil toplum kuruluşlarını dikkate almalarını ve desteklemelerini çok önemli görmekteyiz.
Her ne kadar yazımıza başlarken Türk Milletinin tarih yaptığından ama yazamadığından, büyük medeniyetler inşa ettiğinden ama koruyamadığından dem vurarak sahip olduğumuz gen kaynaklarını da koruyamadığına dikkat çektiysek te yeni yetişen bir hobici jenerasyonun biyolojik mirasımıza sahip çıkarak korumaya, yaşatmaya çalışması ümit verici çok önemli bir kazanım olarak karşımıza çıkmaktadır.